18 Nisan 2014 Cuma

“SUPERSIZE ME” Belgeseli Üzerinden Sosyolojik Çözümleme

Supersize Me, Morgan Spurlock’un hazırlayıp, sunduğu ve “oynadığı” 2004 Amerika yapımı bir belgesel filmdir. Belgesel türündeki film, Amerikan beslenme kültürüne, şişmanlığın kaynağına ve yaşam tarzlarına cesur bir bakış sergiliyor. Film, 2004 Sundance Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülünü aldı. Ayrıca Kuzey Amerika’da, tüm zamanların en çok hasılat elde eden 3. belgesel filmi oldu. Film Sundance'de yayınlandıktan sonra McDonalds "super size" menüleri kaldıracağını duyurmuş.

Filmde, Amerikalıların en büyük sorunu olan obezite konusunu incelemek isteyen Morgan Spurlock, kendisini denek olarak kullanarak ülkeyi dolaşıp "fast food" yemeye başlıyor. Fast food şirketi olarak kendisine Mc Donald’s ı seçiyor. Spurlock, fast food'un insanlar üzerindeki etkisini görebilmek için, günde 3 öğün sadece ve sadece McDonal's'larda beslenmeye başlıyor. Yiyebileceği ve içebileceği şeyler sadece McDonald's mönüsündekilerle sınırlı.

Morgan, McDiet’ine devam ederken bir yandan da ülkeyi dolaşarak bilgi topluyor, aynı zamanda sokaktaki tüketiciyle konuşuyor. Bu belgesel film sayesinde izleyici de bilinçlendirilmiş oluyor. Örneğin filmden şu bilgileri elde ediyoruz; Amerika’da 100 milyon kişi obezdir. Missisipi’de her 4 kişiden 1’i obezdir. Mc Donald’s ın dünyada 30 bin civarında şubesi vardır –ki bu rakam Burger King, KFC, Dominos vb. şirketlerin sayısından çok daha fazladır. Dünya genelinde günde 35 milyon kişi Mc Donald’s’ı ziyaret ediyor. Amerikalıların %60’ı spor yapmaz. Ölüm sebepleri sıralamasında obezite, sigaradan sonra ikinci sıradadır. Morgan, bu tarz “gerçek” verileri sadece bir araya getiriyor. Bu belgesel sayesinde Amerika’da Mc Donald’s yöneticileri menülerinden Büyük Seçim seçeneğini çıkarmayı düşünüyorlar. (Amerika’daki küçük boy, Fransa’daki büyük boya eş değerde.)

Sporlock, belgeseldeki verileri yalnızca kuru bilgi olarak bırakmıyor, kendini denek olarak kullanıyor. Belgesele başlarken izleyici ile aynı bilgilere sahip, sonradan neler olacağını bilmiyor. Üç doktor gözetiminde 30 gün boyunca Mc Donald’s ürünleriyle besleniyor. Ortalama bir Amerikalı kadar yürüyor, spor yapmıyor ve hiçbir “büyük boy” önerisini geri çevirmiyor. Morgan bu süre boyunca gözle görülür derecede farklılıklar geçiriyor. Bu farklılık yalnızca fiziki olarak değil, psikolojik olarak da yansıyor. Morgan, 1 ayda 12 kilo alarak 84 kilodan 96 kiloya çıkıyor. Fiziki değişiklik bununla da kalmıyor; şiddetli baş ağrıları, yüksek kolesterol, nefes almada zorlanma gibi rahatsız edici sonuçlar meydana geliyor. Ayrıca henüz 2. gündeyken çok fazla mide ağrısı çekip kusuyor. 7. gündeyken depresyon belirtileri görülüyor –kendini kötü hissetme-, 9. günde menüdeki yiyeceklerden sıkılıyor. 15. günde yemek yemeye bağımlı hale geliyor -yemek yeğince kendini iyi hissediyor- (Bütün bunlar doktorlar ve uzmanlarca kanıtlanıyor.) 21, günde ise şiddetli göğüs ağrıları çekmeye başlıyor. Diyet sonunda Morgan’ın karaciğer değerleri bir alkoliğinki ile eşdeğer hale geliyor.

Belgesel sırasında Morgan’ın sokakta konuştuğu insanlar da Mc Donald’s ürünlerini severek tükettiklerinden bahseder. Hemen hepsi ortalama haftada  en az bir kez fast food tükettiklerinden bahsetmektedirler. Peki neden insanlar obezitenin başlamasına yol açan fast food ürünlerini bu kadar çok tüketmeye başlamışlardır?
  • Çalışma ortamlarının kapalı binalara taşınmasıyla insanların yemek alışkanlıkları da değişmiştir. Kısıtlı öğle vakitleri onları hızlı tüketime yönlendirmiştir. Ayrıca evlere, iş yerlerine servis, tüketim kolaylığı da tercih sebebi olmaktadır.
  • Her yerde en hızlı şekilde fast food’a (Mc Donald’s şubesine) ulaşılabilmektedir. Belgeselde verilen bilgilere göre en kalabalık ve yoğun semtlerde bir cadde üzerinde üç tane Mc Donald’s şubesi bulunabilmektedir. Kararsız bir insan, bu kadar çok göz baskısının ardından bu doğrultuda karar verebilir.
  • Fast food, diğer restoranlara göre daha ucuz olabiliyor. Hesaplı yemek isteyenler, sağlığı ikinci plana atarak bol yağlı, bol şekerli ucuz ürünleri tercih edebilmelidirler.
  • Fast food, genellikle ev yemeklerine göre daha iştah açıcı, daha lezzetli görünmektedir. Yemeğe düşkün insanlar, sürekli tükettikleri bu hazır ürünlere –belgeselde görüldüğü gibi- bağımlı hale gelmektedirler.

Ne kadar da masum görünüyor
Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan, mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardır. Obezite, özellikle 7-12 yaş arasındaki çocuklarda yaşanıyor. Gençlerde kalp, şeker hastalığı gibi rahatsızlıkların yanı sıra, ‘kendine güven eksikliği’ gibi psikolojik sorunlar da yaşanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü dünyada fazla kilolu 1 milyar insanın bulunduğunu ve bunlardan 300 milyonunun da tedaviye muhtaç olduğunu söylüyor. Yüzde 25-40 oranında kalıtsal olarak geçen obezite, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tıpkı bir hastalık gibi hızla artıyor. Uzmanlar ABD’de 2030 yılına kadar nüfusun yüzde 95 oranında obez olabileceğini söylemişlerdi. Rahatsızlığın nedenleri arasında, televizyon ve bilgisayar önünde fazla zaman harcama, internet bağımlılığı, yağlı gıdalarla aşırı beslenme, fazla şeker ve çikolata tüketimi geliyor.

Dünya’daki nüfusa göre obezite oranlarına bakılacak olursa; 1.sırada nüfusun %58’i ile Almanya yer almaktadır. 2. sırada nüfusun %57’si ile Amerika Birleşik Devletleri vardır. 3. sırada ise %56’lık dilimle Avustralya bulunmaktadır. ABD’deki besin uzmanlarınca, McDonalds ve benzeri fast food lokantalarına sık giden çocuklarda, artan bir saldırganlık, korkulu düş görme ve uykusuzluk saptanmıştır. Çünkü söz konusu lokantalardaki yiyecekler vücuttaki Thiamin adlı maddenin azalmasına yol açıyor. Bu da vücuttaki B1 vitaminin azalmasına ve sinir sisteminin zayıflamasına sebep oluyor. (Belgeselde dikkat dağınıklığı olan çocukların rejimle daha iyi hale geldiği araştırmalarla kanıtlanıyor)

Bu duruma Bir de Mc Donald’s tarafından bakıldığında onların kendilerini daha farklı bir şekilde sunduğunu görüyoruz. Pazarlama stratejileri o kadar iyi ki insanlar ister istemez bu yerlere yöneliyor. Özel çocuk menüleri, doğum günü kutlamaları, ayda bir değişen oyuncak çeşitleri, palyaçoları, oyun parkları, çizgi filmleri ile yetişecek yeni nesli kendine adete bağımlı kılmaya çalışıyor. Obezite ve gelinen son durum insanların kendi vicdanlarınca olan bir tutum mu, yoksa fast food firmalarının sadece ticari kar amaçlı oluşturdukları bir sistem mi?

Fast-food üreticilerine, özellikle de McDonald’s yetkililerine göre firmalarının bu konuyla ilgili en küçük bir sorumluluğu bulunmuyor. 3 yıl önce 14 ve 19 yaşındaki iki genç kız, yaşadıkları obezite sorunlarından ötürü McDonalds’a dava açıyorlar. McDonalds’ın avukatları kızların şişmanlıklarının sebebinin ürünleri olduğunun ispatlanamayacağını öne sürüyorlar ve davayı düşürüyorlar.

Mc Donald’s yöneticilerine göre tüm dünyada yapılan iletişim çalışmalarında sağlıklı beslenmenin denge, çeşitlilik, aşırıya kaçmama ve aktif bir hayat tarzı ile mümkün olduğu mesajını, ürünlerinin besin değerleri, uyguladıkları kalite ve hijyen standartlarını, müşterilerine sürekli aktarıyorlar. Dünyadaki tüm şubelerindeki menü seçeneklerini genişletiyorlar. Yeni alternatifler ile, müşterilerin kendi kişisel beslenme ihtiyaçlarına uygun, yüksek kaliteli, lezzetli ürünler seçmelerini daha da kolaylaştırdıklarını söylüyorlar. İnsanlara dengeli beslenmenin ve sporun önemini anlatmak için paneller düzenliyorlar. Hedef olarak çocukların sağlığı ve mutluluğu için projeler yaratıyorlar. Projeleri arasında; aile odaları, acil tedavi ünitesi, çocuk servisi hasta odaları,  hastane dersliği, hastane oyun odaları, engelliler  İÖO oyun Odası gibi projeler yer alıyor. Belgeselde fast food şirketlerinin taze meyve sebze şirketlerine oranla reklama milyonlarca dolar daha fazla yatırım yaptığı gösteriliyor. Bu da onların daha akılda kalıcı olmasını sağlıyor. (Küçük çocuklara gösterilen fotoğraflarda çocukların İsa’yı tanımayıp, Mc Donald’s’ın palyaçosunu tanımaları büyük bir ironidir)

Belgesel bir taraftan yana olmalı ise, bu insandan yana olmalı demiştik. Supersize Me belgeseli tamamıyla insandan yana bir tavır sergiliyor. Kişinin kendisini ortaya koymuş olması izleyici üzerindeki inandırıcılığı, etkiyi arttırıyor. Gerçeği de yaratıcı bir şekilde yorumlamış oluyor. Çünkü bir şeyi göstermek veya yapmak söylemekten daha etkilidir. Belgeselde Mc Donald’s’ın sevilen ve sevilmeyen yönleri, zararları belgesel sürecinde gösteriliyor. Bu belgeselin temel derdi, obezite konusunda kamuoyunun dikkatini çekmek, verdiği bilgilerle izleyiciyi bilgilendirmek ve son dönemde meydana gelen kötü yeme alışkanlığını değiştirmektir.


Belgecilik, gerçeğin aynen aktarılması, belgeselcilik  ise gerçeğin yaratıcı biçimde yorumlanmasıdır.” (H. Kuruğlu) Supersize Me belgeselinde var olan gerçeklik Sporlock tarafından yaratıcı bir şekilde yorumlanarak izleyiciye aktarılmıştır. Fakat gerçeklik konusunu tartışırken önümüze şöyle bir soru çıkmaktadır. Gerçek hayatta bir insan 30 gün boyunca, günde 3 öğün fast food yer mi? Amerika’da dahi olsa böyle bir durumun oranı çok çok düşüktür. Çünkü filmin yönetmeni ve deneği olan Morgan kurmaca bir şekilde hiç öğün atlamadan, doyduğu halde menüdeki tüm yiyecekleri bitirmek ve kendisinde büyük boy menü önerildiğinde geri çevirmemek şartı ile sanal bir gerçeklik yaratmaktadır. Bu da Supersize Me belgesel filminin asıl sorunu olan gerçek kavramı ile çelişmektedir.

Ezgi Özöney
İzmir, 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sence?