Supersize
Me, Morgan Spurlock’un hazırlayıp, sunduğu ve “oynadığı” 2004 Amerika yapımı
bir belgesel filmdir. Belgesel türündeki film, Amerikan beslenme kültürüne,
şişmanlığın kaynağına ve yaşam tarzlarına cesur bir bakış sergiliyor. Film,
2004 Sundance Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülünü aldı. Ayrıca Kuzey
Amerika’da, tüm zamanların en çok hasılat elde eden 3. belgesel filmi oldu.
Film Sundance'de yayınlandıktan sonra McDonalds "super size" menüleri
kaldıracağını duyurmuş.
Filmde,
Amerikalıların en büyük sorunu olan obezite konusunu incelemek isteyen Morgan
Spurlock, kendisini denek olarak kullanarak ülkeyi dolaşıp "fast
food" yemeye başlıyor. Fast food şirketi olarak kendisine Mc Donald’s ı
seçiyor. Spurlock, fast food'un insanlar üzerindeki etkisini görebilmek için,
günde 3 öğün sadece ve sadece McDonal's'larda beslenmeye başlıyor. Yiyebileceği
ve içebileceği şeyler sadece McDonald's mönüsündekilerle sınırlı.
Morgan,
McDiet’ine devam ederken bir yandan da ülkeyi dolaşarak bilgi topluyor, aynı
zamanda sokaktaki tüketiciyle konuşuyor. Bu belgesel film sayesinde izleyici de
bilinçlendirilmiş oluyor. Örneğin filmden şu bilgileri elde ediyoruz;
Amerika’da 100 milyon kişi obezdir. Missisipi’de her 4 kişiden 1’i obezdir. Mc
Donald’s ın dünyada 30 bin civarında şubesi vardır –ki bu rakam Burger King,
KFC, Dominos vb. şirketlerin sayısından çok daha fazladır. Dünya genelinde
günde 35 milyon kişi Mc Donald’s’ı ziyaret ediyor. Amerikalıların %60’ı spor
yapmaz. Ölüm sebepleri sıralamasında obezite, sigaradan sonra ikinci sıradadır.
Morgan, bu tarz “gerçek” verileri sadece bir araya getiriyor. Bu belgesel
sayesinde Amerika’da Mc Donald’s yöneticileri menülerinden Büyük Seçim
seçeneğini çıkarmayı düşünüyorlar. (Amerika’daki küçük boy, Fransa’daki büyük
boya eş değerde.)

Belgesel
sırasında Morgan’ın sokakta konuştuğu insanlar da Mc Donald’s ürünlerini
severek tükettiklerinden bahseder. Hemen hepsi ortalama haftada en az bir kez fast food tükettiklerinden
bahsetmektedirler. Peki neden insanlar obezitenin başlamasına yol açan fast
food ürünlerini bu kadar çok tüketmeye başlamışlardır?
- Çalışma ortamlarının kapalı binalara
taşınmasıyla insanların yemek alışkanlıkları da değişmiştir. Kısıtlı öğle
vakitleri onları hızlı tüketime yönlendirmiştir. Ayrıca evlere, iş
yerlerine servis, tüketim kolaylığı da tercih sebebi olmaktadır.
- Her yerde en hızlı şekilde fast
food’a (Mc Donald’s şubesine) ulaşılabilmektedir. Belgeselde verilen
bilgilere göre en kalabalık ve yoğun semtlerde bir cadde üzerinde üç tane
Mc Donald’s şubesi bulunabilmektedir. Kararsız bir insan, bu kadar çok göz
baskısının ardından bu doğrultuda karar verebilir.
- Fast food, diğer restoranlara göre
daha ucuz olabiliyor. Hesaplı yemek isteyenler, sağlığı ikinci plana
atarak bol yağlı, bol şekerli ucuz ürünleri tercih edebilmelidirler.
- Fast food, genellikle ev yemeklerine göre
daha iştah açıcı, daha lezzetli görünmektedir. Yemeğe düşkün insanlar,
sürekli tükettikleri bu hazır ürünlere –belgeselde görüldüğü gibi- bağımlı
hale gelmektedirler.
![]() |
Ne kadar da masum görünüyor |
Obezite
ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi
sonucu ortaya çıkan, mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Kalp
hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum
rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık,
iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri,
obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardır. Obezite, özellikle 7-12 yaş
arasındaki çocuklarda yaşanıyor. Gençlerde kalp, şeker hastalığı gibi
rahatsızlıkların yanı sıra, ‘kendine güven eksikliği’ gibi psikolojik sorunlar
da yaşanıyor.
Dünya
Sağlık Örgütü dünyada fazla kilolu 1 milyar insanın bulunduğunu ve bunlardan
300 milyonunun da tedaviye muhtaç olduğunu söylüyor. Yüzde 25-40 oranında
kalıtsal olarak geçen obezite, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde
tıpkı bir hastalık gibi hızla artıyor. Uzmanlar ABD’de 2030 yılına kadar
nüfusun yüzde 95 oranında obez olabileceğini söylemişlerdi. Rahatsızlığın
nedenleri arasında, televizyon ve bilgisayar önünde fazla zaman harcama,
internet bağımlılığı, yağlı gıdalarla aşırı beslenme, fazla şeker ve çikolata
tüketimi geliyor.
Dünya’daki
nüfusa göre obezite oranlarına bakılacak olursa; 1.sırada nüfusun %58’i ile
Almanya yer almaktadır. 2. sırada nüfusun %57’si ile Amerika Birleşik
Devletleri vardır. 3. sırada ise %56’lık dilimle Avustralya bulunmaktadır. ABD’deki
besin uzmanlarınca, McDonalds ve benzeri fast food lokantalarına sık giden çocuklarda,
artan bir saldırganlık, korkulu düş görme ve uykusuzluk saptanmıştır. Çünkü söz
konusu lokantalardaki yiyecekler vücuttaki Thiamin adlı maddenin azalmasına yol
açıyor. Bu da vücuttaki B1 vitaminin azalmasına ve sinir sisteminin zayıflamasına
sebep oluyor. (Belgeselde dikkat dağınıklığı olan çocukların rejimle daha iyi
hale geldiği araştırmalarla kanıtlanıyor)
Bu
duruma Bir de Mc Donald’s tarafından bakıldığında onların kendilerini daha
farklı bir şekilde sunduğunu görüyoruz. Pazarlama stratejileri o kadar iyi ki
insanlar ister istemez bu yerlere yöneliyor. Özel çocuk menüleri, doğum günü
kutlamaları, ayda bir değişen oyuncak çeşitleri, palyaçoları, oyun parkları,
çizgi filmleri ile yetişecek yeni nesli kendine adete bağımlı kılmaya
çalışıyor. Obezite ve gelinen son durum insanların kendi vicdanlarınca olan bir
tutum mu, yoksa fast food firmalarının sadece ticari kar amaçlı oluşturdukları
bir sistem mi?
Fast-food
üreticilerine, özellikle de McDonald’s yetkililerine göre firmalarının bu
konuyla ilgili en küçük bir sorumluluğu bulunmuyor. 3 yıl önce 14 ve 19
yaşındaki iki genç kız, yaşadıkları obezite sorunlarından ötürü McDonalds’a
dava açıyorlar. McDonalds’ın avukatları kızların şişmanlıklarının sebebinin
ürünleri olduğunun ispatlanamayacağını öne sürüyorlar ve davayı düşürüyorlar.
Mc
Donald’s yöneticilerine göre tüm dünyada yapılan iletişim çalışmalarında
sağlıklı beslenmenin denge, çeşitlilik, aşırıya kaçmama ve aktif bir hayat
tarzı ile mümkün olduğu mesajını, ürünlerinin besin değerleri, uyguladıkları
kalite ve hijyen standartlarını, müşterilerine sürekli aktarıyorlar. Dünyadaki
tüm şubelerindeki menü seçeneklerini genişletiyorlar. Yeni alternatifler ile,
müşterilerin kendi kişisel beslenme ihtiyaçlarına uygun, yüksek kaliteli,
lezzetli ürünler seçmelerini daha da kolaylaştırdıklarını söylüyorlar. İnsanlara
dengeli beslenmenin ve sporun önemini anlatmak için paneller düzenliyorlar.
Hedef olarak çocukların sağlığı ve mutluluğu için projeler yaratıyorlar. Projeleri
arasında; aile odaları, acil tedavi ünitesi, çocuk servisi hasta odaları, hastane dersliği, hastane oyun odaları,
engelliler İÖO oyun Odası gibi projeler
yer alıyor. Belgeselde fast food şirketlerinin taze meyve sebze şirketlerine
oranla reklama milyonlarca dolar daha fazla yatırım yaptığı gösteriliyor. Bu da
onların daha akılda kalıcı olmasını sağlıyor. (Küçük çocuklara gösterilen
fotoğraflarda çocukların İsa’yı tanımayıp, Mc Donald’s’ın palyaçosunu
tanımaları büyük bir ironidir)

“Belgecilik, gerçeğin aynen aktarılması,
belgeselcilik ise gerçeğin yaratıcı
biçimde yorumlanmasıdır.” (H. Kuruğlu) Supersize Me belgeselinde var olan
gerçeklik Sporlock tarafından yaratıcı bir şekilde yorumlanarak izleyiciye
aktarılmıştır. Fakat gerçeklik konusunu tartışırken önümüze şöyle bir soru
çıkmaktadır. Gerçek hayatta bir insan 30 gün boyunca, günde 3 öğün fast food
yer mi? Amerika’da dahi olsa böyle bir durumun oranı çok çok düşüktür. Çünkü
filmin yönetmeni ve deneği olan Morgan kurmaca bir şekilde hiç öğün atlamadan,
doyduğu halde menüdeki tüm yiyecekleri bitirmek ve kendisinde büyük boy menü
önerildiğinde geri çevirmemek şartı ile sanal bir gerçeklik yaratmaktadır. Bu
da Supersize Me belgesel filminin asıl sorunu olan gerçek kavramı ile
çelişmektedir.
Ezgi Özöney
İzmir, 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sence?